Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları - Haruki Murakami
Yazar: Haruki Murakami
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa: 320
Basım Tarihi: 2014 (1. baskı)
Türü: Roman
..................................................................................................
Haruki Murakami’nin 9. kitabı olan “Renksiz Tsukuru Tazaki’nin
Hac Yılları”nı okuyalı epey zaman oluyor aslında (yaklaşık bir sene kadarcık) lakin notlarımı alıp yazımı hazırlamama rağmen bir süre blogumdan
uzak kalmayı tercih etmem bu yazıyı ancak yayınlamama neden oldu,
üzgünüm, en çok da kendi adıma. Ama her şeyde vardır bir hayır diyerek yazmaya ve bloguma
yeniden start vermiş bulunuyorum bu da dip not olarak şurada dursun diyelim.
Gelelim hikayeye; 36 yaşındaki kahramanımız Tsukuru'nun hikayesi bir tren istasyonu tasarlayıp inşaa etme hayalini gerçekleştirmek için liseden sonra Tokyo'ya üniversite okumaya gittiği sırada samimi olduğu arkadaş grubundan bir açıklama yapılmadan aniden dışlanmasıyla bir nevi ihraç edilmesiyle başlıyor. Bu dışlanma onu o kadar derinden etkiliyor ki nedenini ne
kendisi bulabiliyor ne de onlara sorabiliyor. Öyle ki, gruptaki
diğer dört arkadaşının isimlerinde renkler geçip kendisinin isminde hiçbir
renk bulunmayışından bile kendi kendine hep içerlenmiş, kendinsinin onların dışında olduğunu düşünmüştür. Çünkü arkadaşları
kızıl, mavi, ak, kara diye çağrılırken o renksizdir sadece Tsukuru'dur. Bu bile dışlanmış olmasını daha da ağırlaştıran bir şeydir. Kahramanımız sorununun çözümünün
olmadığını düşünerek yada çözümsüz bırakmayı tercih ederek yalnız ve kapalı bir ruh haliyle tam 16 yıl geçiriyor. Bu süreçte hayattan bağını koparmayı bile düşünüyor ta
ki bence hayatının dönüm noktası olan Sara ile tanışıp onun teşvikiyle kendisini çok etkileyen bu sorunun üzerine gidip nedenini öğrenmeye karar
verinceye kadar.
Kitap şu paragrafla başlıyor;
“Tsukuru Tazaki, üniversite ikinci sınıftayken temmuz ayından ertesi senenin ocak ayına kadar neredeyse sadece ölmeyi düşünerek yaşadı. O arada 20 yaşına da girmişti ama bu dönüm noktası bir anlam taşımıyordu. O günlerde kendi iradesiyle hayatına son vermek, ona son derece doğal ve mantıklı geliyordu. O son adımı neden o günlerde atmadığına, şimdi bile bir türlü anlam veremiyordu. Oysa o zamanlarda yapabilseydi, yaşam ile ölümü ayıran sınır çizgisinin ötesine geçmek, çiğ yumurta içmekten daha kolay olurdu.”
“Tsukuru Tazaki, üniversite ikinci sınıftayken temmuz ayından ertesi senenin ocak ayına kadar neredeyse sadece ölmeyi düşünerek yaşadı. O arada 20 yaşına da girmişti ama bu dönüm noktası bir anlam taşımıyordu. O günlerde kendi iradesiyle hayatına son vermek, ona son derece doğal ve mantıklı geliyordu. O son adımı neden o günlerde atmadığına, şimdi bile bir türlü anlam veremiyordu. Oysa o zamanlarda yapabilseydi, yaşam ile ölümü ayıran sınır çizgisinin ötesine geçmek, çiğ yumurta içmekten daha kolay olurdu.”
Yazarın acılı, yalnız ve sorunlarıyla yüzleşmeye cesareti olmayan bir şehir insanının, hayatındaki belirsizlikleri yok etmek için çıktığı iç yolculuğunu, Tsukuru'nun kendi içindeki hac yolculuğuyla vurgulamasını çok gerçekçi buldum. Bu kitap bence diğer Murakami kitaplarına göre daha az belirsiz, okuru sona sürükleyen yüksek tempolu bir kitap. Zevkle okuyacağınıza eminim.
Ayrıca kitapla ilintili olarak bahsetmek istediğim bir diğer konu da Murakami'nin klasik müzik tutkusu. Romanlarında mutlaka bir çok şarkının bahsi geçiyor bu romanını okurken bahsi geçen ve kitaba ismini veren Franz Liszt'in "Hac Yılları" adlı eserinden Fransızca "vatan hasreti" anlamına gelen "Le Mal du Pays"ı da mutlaka dinleyin derim.
..................................................................................................
· * Her neden bahsedersek bahsedelim mutlaka bir
çerçevesi vardır. Düşünce için de bu durum aynıdır. Her adımda çerçeveden
korkmamak gerek, ama çerçeveyi kırmaktan da çekinmemeli. İnsanın özgür
kalabilmesi için bu her şeyden çok daha önemlidir. Çerçeveye karşı saygı ve
nefret. Yaşamda önemli olan şeylerin tümü iki anlamlıdır. (s.63)
· * Japonların çoğu gerçekten mutsuz mu değil mi,
Tsukuru da pek bilemiyordu. Fakat sabah kalabalığında işe giderken Şincuku
İstasyonu’nun merdivenlerinden inen yolcuların, topluca başlarını öne eğiyor olmalarının
gerçek nedeni, mutsuz olmalarından ziyade, bastıkları yere dikkat etme
endişesidir. Basamakları kaçırmamak, ayakkabılarını kaybetmemek için böyle
yaparlar. İşe gidiş ve dönüş yoğunluğunda devasa istasyonlarda bu çok önemli
bir ödevdir. (s.298)
· Sevgiyle kalın…
Yorumlar
Yorum Gönder